Facebook'ta paylaş Twitter'da Paylaş
Kumaşlar ve Desenler

Bir öğleden sonra masalıydı. Rüzgar kızımın saçlarından kayıp giderken, çocukların sesleri, gülüşmeleri zamanın içinde yerini alıyordu. Bir tarlada elmalar kızarıyor, tomurcuklar renk doğuruyordu. Ben hiç kendimi anlatmadım. Çocukluğumun kumaşlarını mesela. Pamuk iplik olmuş, iplik kumaş, kumaş çocukluğum. Mavi bir çarşafımız vardı küçükken. Nerde görsem tanırım o desenleri. Üzerinde paskalya bisküvilerindeki gibi komik adamlar vardı. Genelde kardeşimle aynı yatakta yatardık. O minik ve komik adamlar çok yoldaş oldu bize. Hayal etmeyi hep sevdim. Uykular gözlere çöreklendiğinde ve çocuk kalplerimiz yorgunluğa serildiğinde o adamların dans ettiğini, oynadığını hayal ettim hep. Bunları kessek bu çarşaflardan. Belki gitmek istedikleri bir yer vardı. Bizimle kalmalarını çok isterdim ama ya onlar... Bir evleri vardı belki masal diyarlarında. Özgürlük derdine düşmem o zamanlara dayanır. Kendini anlatmaya çalışmak çok zormuş.


Herşeyi uydurabilirim ama kendimle ilgili yazarken utanıyorum biraz...


Eski apartmanımızın az ilerisindeki bakkaldan leblebi tozu çaldım çok kez. Çocuklar muaftı herşeyden sanıyorum. Yokluk çekmemeliydi çocuklar. Canları birşey çekti mi olmalıydı sanki ama olmuyordu. Ben de çaldım. Çok kez. Leblebilerden de çok çektim zaten. Biraz hırpalandı çocukluğum doğrudur. İyi ile kötü arasında çok sıkıştım kimi zaman. Keşke çocuklukta kötülüğün olmadığını söyleselerdi bana. Yalan da olsa.
Kendimi keşfetmem çok zaman aldı. Sinik bir tarafım vardı. Mağrur. Yalnız. Hep başkalarının görmesini bekledim mesela ve bu çok acıttı. İçimdeki kişiye yirmi altı yaşında ulaştım. Korkmayan yanıma. Ben korkmuyorum diye haykırmam mavi perdeli bir odada oldu. Bir çarşaf kadar, bir desen kadar önemi olmayan bir odada içimin tüm kapıları açıldı. O gün bugündür dünyaya kafa tutarım. Kafa tutarım evet! Lakin kimsenin hiç üzülmeyeceği şeylerde de yıkılıverir kalırım. Çok az şey üzer beni. Açılmış ne kadar çiçeğim varsa kopar gider. Tek tabanca.
En çok insanların beni olmadığım biri gibi görmelerine üzülürüm mesela. İşte bu yüzden sürekli kendimi açıklamaya çalışmak gibi bir derdim var. Ben çok iyi biri değilim. Hatta belki iyi bile değilim. Ama şunu biliyorum ki kötü de değilim. En çok söylemek belasından canım yanar. Yoksa ben kahve severim, sigara... Biraz midye biraz sohbet. Parayla da işim olmaz pulla da. Arabamın camını temizleyen çocuğun gözüne bakamam, utanırım. Annemi severim, babamı, kardeşimi. Sevgilimi. Ve kızımı. Kalemimi, fotoğraflarımı. Dostlarımı çok severim. Uzun yolculuğa gideceksem evde bıraktığım halımla konuşurum, duvardaki resimlere içlenirim. Biblolara geri geleceğiz derim.


Terketmek, terkedilmek bana göre değil. Bağlanmak da. Ne zaman bağlandıysam o ip kesti bir yerlerimi.


Özgürlüğü seviyorum. Kumaşları. Desenleri.


İki gözümün ortasında bir gözüm daha var. İnsanların yüreklerinin kumaşlarını görürüm. Varlığımdan bu yana ya uydururum ya görürüm. Kadife kalpli insanlar tanıdım. Yumuşacık. Ya da sert insanlar. Kalbi kalbime değdiğinde acıtan, kanatan.
Keşke bu kadar uydurmasaydım derim.


O mavi, komik adam desenli çarşaf dünya üzerinden silineli belki milyon zaman geçti. Ben hiç büyümedim mesela çünkü hiç çocuk olmadım.
Öyle bir çarşaf da yok aslında. Leblebi tozu da yok.


Öğleden sonra masalı var. Yaz desenli çarşaflar var , öpücüklerden desenli kumaşlar var ellerimde. Kızıma örtüyorum ne varsa güzel olan. Hemen büyütmeyeceğim onu. Ne varsa yaşadığı hepsini dikiyorum yüreğime. Dünyanın en kocaman kumaşını dokuyorum kalbimin dergahında. Kızım için. O kendini anlatmak derdine düşmesin diye.