“Onunla birlikte seyahat etmek istersin/ Nereye gittiğinin bir önemi olmaz/ Mükemmel vücuduna aklıyla dokunduğundan ona güvenebileceğini bilirsin.” Radyoda Kanadalı yazar ve şarkıcı Leonard Cohen’ın “Songs of Leonard Cohen” (1967) albümünden bir şarkı çalıyor. Sanki bir şarkıyı değil de Cohen’ın yaktığı bir ağıdı dinliyorum. Tüylerim diken diken oluyor. İçimi bir hüzün kaplıyor.
Bütün insanların birbirine benzediği ve bu yüzden sıkıldığım zamanlar… Ama yaklaşık bir ay önce bir kez daha evcilleştirildim. Aynı Fransız yazar ve pilot Antoine de Saint-Exupéry’nin “Küçük Prens” kitabındaki gibi yaşamıma bir güneş doğdu. Bu kez beni evcilleştiren aslan görünümlü bir kediydi. Biz adına Suzanne diyelim. Aslan yelesi gibi saçları neredeyse beline kadar uzanıyor. Gülerken bütün yüzüyle gülüyor. İçimi ısıtıyor. Belli ki gözleri de kalbinin aynası. Gözünden kalbine bir yol uzanıyor.
Zamanla aramızda gelenekler oluşuyor. Günün bir saati diğerlerinden ayrılıyor. Mesela akşam 10’dan sonra Facebook messenger zamanı. Ya da yaklaşık dört günde bir geceleyin Skype’ta konuşuyoruz. Böylelikle Suzanne beni evcilleştiriyor. Benim için Fransa Lille’de yaşayan 2 yüz bin insandan bir farkı oluyor. Benim için tek ve eşsiz oluyor. Aynı Cohen’ın şarkısında olduğu gibi çöp ve çiçekler arasında nereye bakmam gerektiğini gösteriyor. O da evcilleştirdiği kişiyi, beni anlıyor. Beni anlamaya vakit ayırıyor.
Sonra ne mi oluyor? Onu görmeden özlüyorum ve seviyorum. Neden sonra Lille’den İstanbul’a dönüyor. İçimi bir heyecan kaplıyor. Zaman geçmek bilmiyor. Uçaktan indiğinde ona ilk kez ama bir daha hiç sarılmayacakmış gibi sarılıyorum.