Haftalardır geç yatıp geç kalkıyorum. Acı acı çalan bir cep telefonunun alarmıyla uyanmıyorum. Kalktığımda gün çoktan ağarmış oluyor. Ama bu pazartesi farklı bir gün. Bu pazartesi işe gidiyormuş gibi yapacağım. Pazardan alarmı sabah altı buçuğa kuruyorum. Kendi kendime, bugün erken yatman gerek yarın erken kalkacaksın, diyorum. Bir bakıma kendi kendimin annesi oluyorum. İçimden değişik bir tecrübe olacak, diye de geçiriyorum.
Sabah altı buçuk. Alarm çalıyor. Etrafıma bakıyorum. Bu ne? Hava daha ağarmamış. Bir de soğuk. Şu an itibariyle Itır’ı çok daha iyi anlıyorum. Anne Boyutu’ndaki haber toplantısına gitmesem mi acaba? Yok yok gitmek gerek. Neyse çabucak hazırlanıp evden çıkıyorum. Apartmanın bahçesindeki kedi klanımın yanına iniyorum. Kediler beni bu saatte görmekten şaşkın. Herhalde içlerinden bu adamın “karga b*kunu yemeden” burada işi ne diye geçiriyorlar. Neyse hızla sularını değiştirip mamalarını tazeliyorum. On dakikada Acıbadem Caddesi’ndeyim. Aslında Acıbadem Caddesi’nde her şey üç aşağı beş yukarı işe giderken bıraktığım gibi. Bir servis yine Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi’nin önündeki güzel kadını bekliyor. Muhtemelen yine gecikti. Acıbadem Caddesi’ni süpüren iki çöpçü yine görevinin başında. Eskiden işe giderken yaptığım gibi ikisine de selam veriyorum ve selamlarını alıyorum. Ama biri beni tam çıkaramıyor galiba. Ya da benim kuruntum. Ama değişen şeyler de yok değil. Arada yemek yediğimiz Antep’in yöresel yemeklerini sunan restoranın önünden geçiyorum. Dışarıya koyduğu sivrisinek kovucu bitkileri saksı bitkileriyle değiştirmiş. Yolda yürürken kendimi bir turist gibi hissediyorum. Ne de olsa sabah yedi sularında Acıbadem Caddesi’nde yürümeyeli haftalar var. Yoldaki her şeye yeniymiş gibi dikkat ederek yürüyorum.
Neyse yaklaşık dokuz dakikalık bir yürüyüşten sonra beni Esenler Koza Plaza’ya götürecek Boyut’un servisine biniyorum. Servisin şoförü Cemal amcayla biraz laflıyoruz. Bu arada saat yediyi on geçiyor. Bunun anlamını hatırlıyorum. Servisin kalkış vakti. Yaklaşık bir buçuk saat sürecek ve ancak uyuyarak geçecek yolculuk başlıyor. Arabada kâh uyuyarak kâh uyanarak Koza Plaza’ya varıyorum. Kendimi arabayla bir İstanbul-Ankara yapmış gibi hissediyorum. Ama neden sonra arkadaşlarımın bunu her gün yaptığını hatırlıyorum.
Koza Plaza yine bıraktığım gibi. Çalışan ve ziyaretçileri ilk karşılayanlardan biri uzun asansör kuyruğu. İşte 26. kat işte Boyut. Gözlerim hemen masamı arıyor. Orada duruyor. Benim olduğum bölüm biraz değişmiş. Ümit abi ve Alişan yer değiştirmiş. Haber toplantısının başlaması için Mehtap’ı beklerken Itır, Ümit abi ve diğer arkadaşlarla muhabbet ediyorum. Eski dostları görmek gerçekten güzel bir duygu. İçimi tarif edemediğim bir huzur kaplıyor.
Mehtap geliyor ve haber toplantısı başlıyor. Haber önerirken yaşadığım heyecanı bir kez daha yaşıyorum. Belli etmemeye çalışsam da sesim titriyor. Gerçekten çalışmaya mı başlıyorum ne. Haber toplantısı bitiyor ve dağılıyoruz. Yapacak bir şeyin olmayınca işte zaman gerçekten geçmek bilmiyor. Aynı askerdeki gibi bir gün içersinde iki gün yaşıyorum. Ama neden sonra hafta içi günışığında dışarıda olmanın ne kadar canımı sıktığını hatırlıyorum. O an gün ışığında dört duvar arasında olmanın gerçekten güzel ve huzur verici olduğunu fark ediyorum. İnsan doğası diye bir şey varsa belki de ona ne kadar yabancılaştığımın en bariz göstergelerinden biri.